23 Ocak 2014 Perşembe

yaz dostum...

nasıl anlatılır bilmiyorum. küçümsemeden, çok da büyütmeden. yorgunluk, aşk. bu kavramlar üzerine söylenebilecek o kadar çok şey var ki. ama nasıl söylenir bilmiyorum. benim yazarken bütün amacım, hayatımdaki bişeyi kırmadan dökmeden yapmak. eksiksiz, kusursuz, çatlaksız. ama ben çatlakken, eksikken, kusurluyken nasıl olacak bu? hem çatlak dediysem de kafadan çatlak olarak almayın. ben çatlağım. aynı bir bardak gibi. hasar almışım. belki hala bir şeyler içilebilir benden, belki hala işe yarayabilirim, ama her an müsaitim daha kötü, daha kullanışsız olmaya. işlevsizliğe ve en sonunda yok oluşa.

ben hem var, hem yok olmak istiyorum. yok olayım, insanların zihinlerinden silineyim. var olayım, insanları düşünmeden, umursamadan. aynı çatlak bir bardak gibi. çatlak bardaklık insanı yoruyor. bardaksın, işlevin baki, ama insanlar sana güvenmiyor çatlaklığından dolayı. içinden su içilebildiğini, pirinç ölçülebildiğini görünce şaşırıyorlar. sen kendini kanıtlamaya çalışıyorsun seni atmamaları için raflarından, ama bu sadece yoruyor.

tabi seni çatlatan ne o da değerlendirilmeli. kıskançlık mı haset mi hırs mı? yoksa küçükken yediğin tokatlar mı? sevilmemen mi, anlaşılmaman mı, yalnızlığın mı? yalnızlık dedim de bak aklıma geldi, sakın ha sakın onun pençesine düşme, çünkü yalnızlık yalnızlığı doğuruyor. sonra ece abla'nın dediği gibi yalnız kaldığında kendinden bir tane daha doğuruyordun içinde, sana korkma desin diye. sonra o da, o da, o da... odalar dolusu sen oluyor ve sanırım hoş geldin şizofreni.

ama yine yalnızsın, çünkü biliyorsun, o odalar dolusu sen, aslında yoksunuz. sadece raflar dolusu çatlak bardaklarsınız. şu anda, çatlak bardaklar, yalnızlık ve aşkı içeren bir aforizma döşemem lazım buraya değil mi? 'aşk, aslında çatlak yalnız bir bardaktan su içmeye çalışmaktı...' vesaire.

vesaire kelimesi üzerine bir kaç kelime daha ekleyip konuyu iyice dağıtasım var, ama sonra ece'nin kendi kendini doğuran ve onlarla konuşan şizofren yalnızlıklarına döneriz diye çekiniyorum. o değil de, yazdıklarımın başıyla kıçı neden aynı düzlemde değil? neden lan?! bir şeyi de düzgün yapabilsem ne olur ki? olmaz. o zaman ne üstünde uğraşıp, kime neyi kanıtlamaya çalışacaksın sayın yazar f?

deşifre olasım var. bir kere oldum, salak muamelesi gördüm. oysa o hiç düşünmemişti belki benim yazarken kendimi daha iyi ifade edebildiğimi ve onu yeterince iyi tanıdığımı? onu iyi tanıyorum, merak duygusu, egosu ne kadar yüksek biliyorum. yazdıklarımı bulduğunda dünyanın en büyük keşfini yaptığını sandı ama başından beri bunun olmasına izin verdiğimi bilemezdi. kendini çok zeki sanan adamlar, işte en çok orada yanılırlar. tam da yenilmezim ben dediğin anda, ağzına vururlar bi tane. öyle kala kalırsın.

iki saattir konuşuyorum- yazıyorum, iki kere aşk demişim sadece. allahın hakkı üçtür, e ilkinde günahı olmaz, daha o zaman iki kere daha aşk diyebilirim. 4 eder. neden 4? hayatımda en uzak olduğum sayı 4. şeklini en çok beğendiğim de o ama... ya ben saçmalıyorum, aldırmıyorsunuz değil mi? ben kara gözlü bir adamın sigarasını içişine, gülüşüne yanıyorum. onun sevgilisiyle fotoğrafını gördüğümde yanındaki kıza değil, işaret parmağındaki yara bandına takılıyorum. tamamen saçmalıyorum. hayatımı çatlak bir bardak olmanın yorgunluğu, o kusurumun bana getirdiği eşsiz kusursuzluk duygusuyla yaşıyorum. çünkü benden başka çok azı çatlak. ya da bazıları yarasını göstermiyor el gibi gördüğüne ve herkesi el gibi görüyor.

beni el gibi görmeyin. beni atmayın raftan. hala yapacaklarım var. hala yazacaklarım var. ufaltmadan, azaltmadan, çoğaltmadan, çarpıtmadan... sadece dediğiniz şu olsun bana: ''yaz dostum...''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder